ads

 İslam dininin insanlığa verdiği evrensel mesajlar


onedebiyat.net değerli akademisyen-öğretmen-öğrenci-edebiyat sever takipçileri.

Derskonum.com olarak her dönem olduğu gibi yeni dönemde de sizler için kitap cevepları,konu anlatımı,pdf ders notları ile her zaman yanınızdayız..



Bu sayfamızda siz değerli takipçilerimiz için …9.Sınıf Edebiyat 1.Ünite Giriş Ünitesi Çalışma Kağıdı üzerine bir paylaşım yazacağız. 


Sizde eğer bize ve tüm eğitim camiasına yardımcı olmak adına hazırladığınız yazılıları-notları-soruları-videoları paylaşmak isterseniz mail adresinden bize ulaşabilirsiniz.

İyi çalışmalar..

onedebiyat = on numara edebiyat

destek olmak için lütfen paylaşınız


İslam dininin insanlığa verdiği evrensel mesajlar



İslâm’ın mesajını hayata geçirmede her zaman başarılı olunduğu söylenemez. Maalesef tarih boyunca bu özden, ciddi sapmalar olmuş ve bozulmalarla karşılaşılmıştır. Bu yüzden onun her şeyden öz yapısı içinde yeniden tanımak, tanıtmak yorumlamak gerekir


İslam dininin insanlığa verdiği evrensel mesajlar


İslâm adı, doğrudan Allah tarafından verilmiş bir dinin adıdır ve “teslim olma, boyun eğme, barışa ve huzura kavuşma, huzur ve esenlik” anlamlarına gelen Arapça bir kelimedir. Özellikle birçok yerde İbrahîm Dinî olarak anılmaktadır. Bir yerde de Hz. Musa’yı takip eden İsrailoğulları peygamberlerinden, “…kendisini Allah’a teslim etmiş peygamberler…(ennebiyyünellezîne eslemû) olarak söz edilmiştir (Mâide, 5/44).

Kur’an, İslâm’ın insanlığın doğal dinî (religio naturalis) ve bu doğal (tabiî) dinin, dînu’l-fitra (fıtrat dinî) veya yaratılış dîni olduğunu söyler (Rûm, 30/30). Bütün insanlık, istisnasız Allah tarafından bu din üzerinde yaratılmıştır. Allah, bu tabiî dîni, bütün insanlık için seçmiştir (Bakara, 2/132). Buna göre bu dîni seçen kimseye, Müslüman denir ve bir Müslüman, “İslâm” kelimesinin gerek sözlük gerek Kur’an’daki anlamına dayalı olarak Allah ile ve insan ile barış yapmış ve biliş tutmuş biridir. Allah ile barış yapmak demek O’nun emrine ve irâdesine mutlak teslim olmadır. İnsan ile barış yapmak ise sadece başkalarına kötülük etmek ve onları incitmekten kaçınma değil, aynı zamanda onlara iyi ve hoşgörülü davranma ve iyilik yapma demektir..

Bu husus Kur’an‘da şöyle ifade edilir: Hayır, öyle değil; iyilik yaparak kendini Allah’a veren kimsenin ecri Rabbi’nin katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir. (Bakara, 2/112).

Aslında barış ve esenlik, İslâm’da hâkim fikirdir ve İslâm’ın gösterdiği hedef, çağırdığı amaç “esenlik yurdu” (dâru’s-selâm) dur (Yûnus, 10/25). Böylece İslâm, özü itibariyle bir barış ve esenlik dinidir.

İnsanlığın tabiî (fıtrat), barış ve esenlik dîni olan İslâm’ın temel esaslarını teşkil eden, tevhîd, İlâhî vahyin evrenselliği ve bütün işlerin hesabının görüleceği bir âhiret hayatı, bütün büyük dinler tarafından kabul edilir ve bunların evrensel kabulü de onun insanın yaradılışına tıpatıp uygun olduğunu ve dolayısıyla bu esasların doğruluğunu gösterir.

Bu anlamda İslâm, evrenseldir ve bütün büyük dinlerin sonuncusudur. İslâm’ın evrenselliği, bizzat Kur’an tarafından da teyid edilmiştir. O sadece sonuncu değil, aynı zamanda kendinden önce gelmiş bütün dinleri bünyesinde toplamış olan bir dindir. Bundan dolayı Müslümanlardan sadece Kur’an’a değil, Allah’ın kitaplarının ve peygamberlerinin hepsine inanması istenir.

..Böylece Kur’an‘da daha baştan denir ki bir Müslüman mutlaka “…sana indirilen Kitab’a da, senden önce indirilenlere de inanırlar…” (Bakara, 2/4). Biraz sonra da eklenir:

“Allah’a, bize gönderilene, İbrahîm’e, İsmail’e, İshak’a, Yâkub’a ve torunlarına gönderilene, Mûsâ ve İsâ’ya verilene, Rableri tarafından peygamberlere verilene, onları birbirinden ayırt etmeyerek inandık, biz O’na teslîm olanlarız, deyin.” (Bakara, 2/136.) Bu iki âyet bile bize İslâm’ın evrenselliğinin şümulünü anlatmaya yeter.

 

Kur’an, geçmiş bütün peygamberlerin isimlerini anmaz. Bu hususta “…senden önce bir çok peygamberler gönderdik; sana onların kimini anlattık, kimini anlatmadık...” (Mü’min, 40/78) der; ama o, Müslümanlardan sadece Hz. Muhammed (s.a.s.)’e değil, diğer bütün peygamberlere gönderilmiş olan İlâhî Vahye de inanmalarını ister (Msl. Krş.: Bakara, 2/177, 285).

Buna göre bir Yahudi, sadece İsrailoğulları’nın peygamberlerine; bir Hristiyan Hz. İsâ’ya; bir Budist Buda’ya; bir Mecusi Zoroaster’a inanır; ama bir Müslüman, bütün bu peygamberlere ve peygamberlerin sonuncusu olan Hz. Muhammed (s.a.s.)’e inanır. Bundan dolayı İslâm, içinde bütün dünya dinlerinin mevcut olduğu, bütün dinleri ihtiva eden bir dindir. Bu açıdan İslâm, son ve her inancı bünyesinde taşıyan bir din oluşuna ek olarak İlâhî İrade’nin mükemmel bir izahıdır. Nitekim Kur’an, “…Bugün, size dininizi bütünledim, üzerinize olan nîmetimi tamamladım, din olarak sizin için İslâm’ı beğendim… (Maide, 5/3) der..

İdrakin diğer her cinsi gibi insanın dîni idrak ve gelişmesi de yüzyıllar boyu yavaş yavaş ve tedrîcen gelişme göstermiştir ve o Yüce Hakikat’in vahyi de kemâlini İslâm’da bulmuştur. Nitekim Hz. İsâ’nın şu sözleri, bu büyük gerçeği işaret eder: ‘‘Sizlere söyleyecek daha çok sözüm var; ancak sizler henüz onları yüklenebilecek düzeyde değilsiniz. Bununla birlikte o, Hakikatin Ruhu, geldiğinde, sizi bütün gerçeğe götürecek, size önderlik edecektir” (İncil: John, 16. 12,13).

Bunun içindir ki İslâm’ın büyük görevi, dünyada bütün dinlerin kardeşliğini kurarak barışı sağlamak ve daha önceki dinlerde var olan bütün dinî gerçekleri ve doğruları bir araya getirmektir.

Bunun anlamı, bütün yaratılmışlara bir göz ile bakmaktır. Nitekim Allah’ın Arslanı Hz. Ali (kerremallahu vechehu: Allah yüzünü nurlandırsın), Mısır’a vâli olarak atadığı Mâlik el-Eşter’e bu anlayışı tam yansıtan şu emri verir: “(ister Müslüman olsun, ister olmasın) kalbini halkına karşı merhametli, şefkatli ve hoşgörülü olmaya alıştır. Onlara karşı onları yalayıp yutmak yeter, diyen açgözlü bir sığır gibi olma; çünkü onlar iki sınıftır: Ya dinde kardeşin, yahut da yaratılışta senin gibi bir insan kardeşindir.”(Nahjul Balagha, NewYork. 1985, s.534-35)

Kur’an-ı Kerîm’in, yani İslâm’ın mesajının özü bu olmasına rağmen, bu fevkalâde yüce mesajı hayata geçirmede her zaman başarılı olunduğu söylenemez. Maalesef tarih boyunca bu özden, bu yüce mesajdan ciddi sapmalar olmuş ve bozulmalarla karşılaşılmıştır. Şüphesiz her din gibi İslâm da bölgeler, toplumlar ve en önemlisi din bilginlerinin elinde dönüştürüldüğü “sistem” açısından, önemli ölçüde aslî ve öz yapısından, temel mesajından uzak bırakılmıştır. Bunun içindir ki İslâm’ı, her şeyden önce kendi aslî ve öz yapısı içinde yeniden tanımak, tanıtmak ve yorumlamak zorunluluğu vardır..

İslâm’ın ve mesajının aslî ve öz yapısı içinde yeniden tanınması ve tanıtılması için bu dinin esaslarının çok iyi bilinmesi; onun evrensel ve değişmez olan yanı ile yerel ve değişebilir olan yanlarının görülüp-gösterilmesi gereklidir. Başka bir ifadeyle İslâm mesajının özünün ne olduğu son derece titiz ve hassas bir biçimde yeniden keşfedilmesi gerekir. Bunun için de önce, insanların son derece yanlış bir şekilde zaman zaman birbiri yerine kullandıkları, İslâm ve Müslümanlık terimlerine açıklık getirmek gerekir.

Bir kere “İslâm”, Hz. Muhammed (s.a.s.) tarafından insanlığa tebliğ edilen ve Kur’an-ı Kerîm‘den ibaret olan mesajın adıdır. Bizzat Yüce Allah, Kur’an-ı Kerîm ile insanlığa gönderilen dinin adının “İslâm” olduğunu bildirmiştir (Ali İmrân, 3/19; Mâide, 5/3).

Bu anlamda İslâm, Kur’an-ı Kerîm demektir. Onun için de tektir, ona inanan ve kendilerine Müslüman denen herkes için mutlak anlamda evrenseldir, değişmezdir. Ne var ki bu Kitap, yani Kur’an-ı Kerîm, yani İslâm, insanlara yine insanlar aracılığı ile seslenir. Ona eğilen, üzerinde düşünen ve anlayan insana göre şekil kazanır. Onu konuşturan insandır, Müslümandır; çünkü dinin, yani Allah’ın mesajının muhatabı insandır. İnsan da aldığı eğitim, içinde yaşadığı coğrafya ve toplum, tarihî, ekonomik ve kültürel durumu, kısaca kabiliyet ve kapasitesi itibariyle farklılıklar içindedir. Bu bakımdan Allah’ın mesajını anlaması, idrak etmesi de kendi aklına, kabiliyetine ve eğilimine göre olacaktır. Bu ise aynı âyete dayanmalarına rağmen, insanların pekâlâ farklı kararlara ulaşabileceklerini gösterir. Artık bu durumda Allah’ın mesajı, insanların yorumlarından dolayı insanîleşmektedir. Yani mesajın kendisi ilâhî; anlaşılması, yorumlanması ve uygulanması ise insanî olmakta ve izafîleşmektedir. Onun için Allah’ın buyruğunu tatbik ettiğini iddia eden biri, aslında Allah’ın emrini değil, bu emirden kendi anladığını uygulamıştır.

Bırakınız Kur’an-ı Kerîm‘in “müteşabih” âyetlerini, “muhkem” denen hüküm âyetlerini anlama, yorumlama ve uygulama hususlarında sayısız denebilecek kadar çok ayrılık ve farklılık yaşanmıştır. Meşru halife Hz. Ali (k.v.)’ye karşı ayaklanan ve bugün bile katı zihniyeti ile yaşatılan Hâricîler de Hz. Ali’den halifeliği hile ile ele geçiren Muaviye de o tarihlerden itibaren ortaya çıkan yüzlerce fırka da hep İslâm’a, yani Kur’an-ı Kerîm‘e dayanarak vücut buldular.

O halde işin özü ve püf noktası, bu Kitâb‘ın yani Kur’an-ı Kerîm‘in Müslümanlar tarafından hayata geçirilme yolu ve yöntemidir.

Bu faaliyet yaşanılan zaman, içinde bulunulan coğrafya, siyasî, tarihî ve ekonomik şartlar ve eski kültürlerin etkisiyle son derece değişik, renkli ve hatta zengin yorumlar, anlayışlar ve biçimler yaratır. O kadar ki Kur’an-ı Kerîm yani İslâm tek, evrensel ve değişmez olduğu halde, onu yaşayan ve yorumlayan Müslümanlar kadar çok çeşitli Müslümanlık vardır. Ve bu Müslümanlık, söz konusu edileceği ülkenin kültürü, coğrafyası, ekonomik ve siyasî şartları ile doğrudan bağlantılıdır. Burada önemli olan Kur’an-ı Kerîm‘in özüne ve mesajına mantıkî açıdan en uygun zihniyetin yaşatılmasıdır. Bu hususta bizim milletimiz, yakın zamanlara kadar, 72 millete bir göz ile bakmanın sırrını yakalama ve yaşama bahtiyarlığına ermişti. İslâm’ın evrenselliğini en zengin, en yumuşak, en hoşgörülü ve en estetik zevkle donanmış bir biçimde yaşamıştı. Bugün maalesef sağlıksız birtakım dinî görüntülü kaba, sert ve muhtevasız tutumlar, yaklaşımlarla ve ayrıca siyasî ve dünyevî çıkar amaçları ile bu yüce dinin yüzü karartılmak istenmektedir. Dileriz o güzelim sıcacık, güler yüzlü Türk Müslümanlığının aydınlık zihniyeti yeniden dirilir de ülkemiz bazı grupların sergilediği sağlıksız, katı, kaba, sert ve estetik görüntüden uzak, sevimsiz Arap-Acem Müslümanlığı zihniyetinden de etkisinden de kurtulur.




Post a Comment

Daha yeni Daha eski

Subscribe Us

INNER POST ADS