GİZEMLİ BİR HİKAYE, SIRLI CAM HİKAYESİ, SELAHATTİN ÜNALAN, SELAHATTİN ÜNALAN HİKAYELERİ, ÖZGÜN YAZILAR, ÖZGÜN HİKAYELER,
BÖLÜM 2
* * *
Şehri müselmanda bir söz yayılır oldu. Venedikli Silvio adlı bir gayrimüslim öyle bir ayna yapmış ki SIR’lı olduğu yalan değil. Güneş gibi hakikat. İnsanoğlunun hiçbir kusurunu göstermez, kendini ne şekilde görmek isterse öyle gösterirmiş. Bu hikaya “evet doğru, ben de gördüm” diyenlerin yalancısıdır. Cüce Musa yemin billah etti, kendini bir İskandinav kadar kalafatlı gördü. Kel Aliş, aynada saçlarını taradığına adı kadar emindi. Fil hastalığına yakalanmış Eyüp, kendini hiçbir vakit öyle görmediği için, aynadan bir parça kırmak istemiş, ancak büyünün bozulmasından endişe eden ahali onu oracıkta murdar etmişti. Aynanın sahibi Silvio kısa sürede, kendini olmak istediği gibi görmek hastalığına yakalanmış halk tarafından zengin edilmişti. Bir arzusunun iki edilmemesine dikkat kesilmişti herkes. Ancak o da “SIR”ladığının sırrına vakıf olamamış olanların çaresiz kederine gark olmuştu.
Aynanın namı öyle bir hızlı şekilde yayılıyordu ki, sel suyundan hızlı, güneşin ışığından hızlı, hatta veziriazamın ehli dübara olduğu dedikodusundan bile hızlı…
Üzerindeki pahalı atlas elbisesi ve serpuşu ile saraydan geldiği her halinden belli bir hizmetli ve sert, tavizsiz bakışlı çeriler Silvio’ya yaklaştıklarında, bir rüyadan uyanmanın tadını aldı Sırrın ustası. Canı sıkkın ama mecbur…
Öyle itinalı hareket ediliyordu ki aynaya bir zarar gelmesin diye, görenin anlamlandırması imkânsız. Lakin ölümün hiddeti, aynaya gösterilen hürmetten anlaşılabiliyordu.
Ayna temizlendi. Şehrin avam ve hastalıklı kokusundan arındırıldı. Hükümdar, düşmanından korumak için özel okunup yazılmış sırlı gömleği, üstüne giyilmiş altın-gümüş alaşımlı telle dokunmuş elbisesi ve heybetli kavuğu ile çıkageldi. Aynaya baktı. Yüzünde zerre-i miskal kadar kederden eser olmayan, göbeksiz, hayat dolu, bir hünkar görüyordu. Ya da gerçekten bu bir sihirdi, aynada kendini, olmasını istediği halde görüyordu aynadan bağımsız. Evet aynayı beğenmişti. Tam saraylara, sultanlara layık… Silvio, daha doğmamış çocuğunun torununu bile zengin edecek dünyevi bir ağırlık ile memnun olmaya mecbur edilmişti. Hayatın adaletine uygun olarak…
* * *
Hünkâr odasında yatağa girmeden evvel gülen yüzünü özleyip bir daha aynanın karşısına geçti.
Aman Allah’ım! Bir insan, süt kokusundan henüz arınmış bir sabiye, bırak sabiyi, nefes alan bir canlıya bunu nasıl yapar? Hiç mi için kıyılmaz? Hiç mi elin titremez? Hiç mi yüreğin kanamaz?… İnsanlıktan nasipsiz, zürriyeti kesilesice, soyu kuruyasıca bir herifçioğlu, nur yüzlü, henüz boy abdestinden bihaber, tüysüz bir çocuğu, yatırıp serin kumların üstüne Kabillik etmekte. Kan dökmekte. Hem de ana bir, baba bir öz kardaş kanı. Sabinin yüzü aynada. Ne olduğundan habersiz, ne olacağından da habersiz. Şaşkın, çaresiz, gücenik, kırılgan, korkmuş ve kaderine razı olmak zorunda bırakılmış…
Birden irkildi hünkâr. İmkânsızdı. Bu sırra hiç kimse vakıf olamazdı. 7 dilsiz Arabi, 7 sağır Siyahiye boğdurulmuş, Sırrın anahtarı sır kutusuna kilitlenmişti. Hünkâr tanıdı elin sahibini. Kabil’di veya Mehmed’di ya da ismi lazım gelmeyendi. Vurdu aynaya. Hiçbir şey yok. Her ne yaptı ise ayna “bana mısın” demedi. Çok eskilerden, tanıdık bir refleksle eli tekrar namı sınırlar aşan hançerine gitti. Aynaya değdirdiğinde, ayna yüzlerce parçaya bölündü. Ama o da ne! Her cam parçası aynı görüntünün esiri oldu. Yüzlerce Ahmed’in yüzlerce çaresiz yüzü. Yüreği yetmedi camları dağıtmaya. Kimse bilsin istemedi geçmişte neler ettiğini. Hızlı bir hareketle acem işlemeli kaftanı örtü yaptı aynaya. Bu lanetin neyden sebep kendini bulduğunu anlamaya çalıştı. Bir vakit sonra da uyuyakaldı olduğu yerde. Uyandığında ayna sapasağlam yerinde duruyordu. Demişlerdi ya “Sırlı Ayna” diye hakikatli bir söz imiş meğer. Ama kimseye diyemedi bu gizemi.
Biline ki Allah celle ve celalühü Müntakim’dir. Tek Muktedir O’dur ve Malik-ül İlm’dir. Gecenin kör karanlığında kara taşın altında kara karıncanın dahi rızkını hesap edenin, sırları da açık edecek hesaba Malik olması ah ne kolaydır…
* * *
Hünkar günlerce odadan çıkmadı. Lakin aynaya, kaftanı kaldırıp bakma konusunda da dayanılmaz bir arzuya mağlup oldu. Uzunca bir vakit aynada, bir kardeşin kardeşe neler yapabileceğini gördü. Namı hem şarkta hem de garpta malum hançerini çekip, aynayı tekrar kırıp, kardeş katlını yüzlerce aynada gördüğü esnada, yılların, dayanılmaz ama zaman içinde unutulmuş ızdırabına son vermek için bileklerini kesmeye başladı. Yavaş yavaş ruhu ayrılırken bedeninden, ölümün soğukluğu yükseliyordu kalbine doğru. Ölümün soğuk olması demek böyle bir şeymiş diye düşündü. Kardeşinin yüzü belirirken karşısında, aklından geçirip de dilinin söyleyip söyleyemediğinden emin olamadığı son sözü:
- Geliyorum. Beni affederek cezalandırma.
Ertesi gün hünkârın odacıbaşı ve diğer hizmetliler oda kapısını zorlayıp içeri girdiklerinde; yerde yatan bir hünkâr, yanı başında hançeri, kaftanı ve kana bulanmış kum buldular. Ki bu da onların hayatının sırrı ve ölünceye dek yüküdür artık yüreklerinin.
Bu anlattığım mazlumun hikayasıdır. Habil olmasa da Kabil’in hikayasıdır. Şimdi deyiverin hele burada ne sırlar vardır? Dedi anlatıcı. Kalabalığın yüzünde hem Habil’e ağlayan, hem Kabil’e kızan ama en sonunda merhamet de eden üzüntü vardı. Zaten öyle olmamalı mıydı?
Bu hikayada sırları başka vakit açıklanacak olanlar elbet olacak. Çünkü Sır çözülürse söz biter söz biterse, mana çöker. Lakin artık sır kalması lazım gelmeyenler de vardır Ümmet-i Muhammed.
Bilin ki; SIR’lı ayna: Vicdanıdır insanın. Zaman zaman gücü ele geçirip dünyaya muktedir olmak için yaptıklarımızı eğer vicdan terazisinde tartmaz isek ölümün bile paklayamayacağı pişmanlık yaşayabiliriz.
Şehzadenin kardeşini boğazlamaya razı geldiği, namı kıtalar aşan, dünyada eşsiz ve fakat bir o kadar da tehlikeli olan hançer: İktidardır. Güçlü olma ve güce tek başına sahip olma hevesidir. İnsanidir. Cehennemliktir sapı senin elinde, ucu mazlumun böğründe ise.
Kaftan; aynayı kapatan, olanı veyahut olması gerekeni kapatan dünyalık meşgaledir. Her kim ki dünyanın işini vicdanının önüne koyup doğrunun yolundan ayrılırsa, bilsin ki en yakınındakine bile yaptığı felaketin farkına varamayacak derecede gaflete kapılabilir.
Dilsiz ve sağırlar; onu söylemeye gerek var mıdır ki? Hangi Habil’in kanına girildiğinde, dil dönmez ise, hangi mazlum çığlığı kulak duymaz ise o vakit aynaya bak. Göreceksin onu. Dedi
20.11.2013
Silivri – İstanbul
Selahattin ÜNALAN
Yorum Gönder